Ölüm Psikolojisi
Vampirist Forum :: Felsefe :: Psikoloji
1 sayfadaki 1 sayfası
Ölüm Psikolojisi
Bütün canlıların kaçınılmaz ve ortak kaderi olan ölüm konusuyla ilgili olarak değişik disiplinlerde birçok çalışma yapılmıştır. Özellikle din, felsefe, sanat, edebiyat, tıp, biyoloji ve hukuk alanında yoğun çalışmaların yapıldığı ölüm fenomeninin psikolojik gerçekliğini anlama ve açıklamaya yönelik çalışmaların tarihçesinin oldukça yeni olduğu söylenebilir.
Şöyleki 20. yüzyılın başlarında batı dünyasında psikologların ilgisini çekmeye başlayan ölüm fenomeniyle ilgili psikolojik çalışmaların bu yüzyılın ortalarına doğru bir ivme kazandığı, 1950’li yılların ortalarında yoğunlaşan bu çalışmaların (thanatology researches) günümüze değin devam ettiği gözlemlenmektedir. Ülkemizde ölüm konusunu psikolojik perspektiften ele alan çalışmaların son derece sınırlı olduğu görülmektedir.
Bunun belki de en önemli nedenlerinden birisi, psikolojinin ve özellikle din psikolojinin ülkemizde yeni gelişmeye başlayan bir disiplin olmasıdır. Bu çalışmanın amacı ise, ülkemizde konuyla ilgili psikolojik perspektiften yapılan araştırmalardan tespit edebildiklerimizi tanıtmaya çalışmaktan ibarettir. Bunun yanında ölüm psikolojisiyle ilgili yabancı literatürden Türkçe’ye kazandırılan veya ölüm konusuyla ilgili değişik disiplinlerde yapılan çalışmalardan önemli gördüklerimizin bazıları hakkında kısa bilgi verilecek, diğerlerinin sadece isimlerine atıfta bulunulacaktır.
Ülkemizde ölüm fenomenini psikolojik sayılabilecek bir perspektiften ele alan ilk çalışma, tespit edebildiğimiz kadarıyla Süheyl Ünver (1938) tarafından yapılmıştır. Ünver, “İstanbul Halkının Ölüm Karşısındaki Duyguları” isimli makalesinde daha çok ölümle ilgili tutumlar üzerinde durmuştur. Araştırmada İstanbul’daki Karacaahmed, Edirnekapı ve Üsküdar mezarlıklarında bulunan mezar taşı yazılarından hareketle özelde İstanbul halkının, genelde ise Türk milletinin ölümden hissetmiş olduğu duygular üzerinde durulmuş, ele alınan kitabelerden, Türk kültüründe ölümden fazla korkulmadığı ve Türk insanının ölümü tevekkül ile karşıladığı sonucuna ulaşılmıştır.
Ölüm fenomenine psikolojik açıdan eğilenlerden birisi de, küçük bir makale şeklinde de olsa Türkiye’de Din Psikolojisinin öncüsü olan Bediî Ziya Egemen’dir. Egemen (1963) “Ölüm Üzerine” isimli teorik makalesinde, insanlık tarihinin başlangıcından beri insanların ölüm üzerinde kafa yordukları, onunla ilgili çeşitli tutumlar geliştirdiklerine işaret ederek, hiçbir zaman ölüm vâkıasına şahit olmasalar bile, insanların bu sonucu kendiliğinden sezebileceklerini vurgulamıştır. Egemen’in üzerinde durduğu konulardan birisi de, ölümün eski Hint-Yunan felsefelerinde ve onlardan bu yana gizli mânalara büründürülmüş sır dolu mistik bir problem haline getirilmiş ve metafizik spekülasyonlara boğdurulmuş olmasıdır.
Ona göre bundan dolayı ölüm problemine gereği gibi bir açıklama getirilememiştir. Çünkü ölüme hayat ötesi ve üstü bir mâna ve değer verilmiştir. Oysa ona göre ölüm, fâni olan insanlar için ancak hayat açısından kavranılması mümkün olan bir fenomendir. Makalesinde bazı filozofların ölümle ilgili düşüncelerini de değerlendiren Egemen, genç ve yaşlıların ölüme ilişkin tutumlarına da değinmiştir. Ona göre ölümden en çok korkanlar, hayatı sadece zaman ve mekan düzlüğünde yaşayan, hayvan benzeri, yalnız madde zebunu ve zevk düşkünü yaratıklardır. Egemen, kendisinin ölüme karanlık mâna ve sırlar izafe etmeye çalışan metafizikçilerden ve madde üstü hiçbir kudret tanımayan materyalistlerden tamamen uzakta olduğunu belirterek, ölümü de doğum gibi bir bağış olarak kabul ettiğini ifade etmiştir.
1966 yılında Çocuk sağlığı ve Pediatri kongresinde Atalay Yörükoğlu tarafından sunulan tebliğ, daha sonra “Aile İçinde Ölüme Karşı Çocukların Tepkileri” ismiyle Nörö Psikoloji Araştırmaları dergisinde yayınlanmıştır (1968). Araştırmacı, çocukların ölüm fenomenini algılamalarını, çocukluk psikolojisi içinde gelişimsel olarak ele aldıktan sonra, çocukların anne ve babalarının kaybına gösterdikleri tepkiler konusunda yapılan bazı araştırmalara değinmiştir. Yörükoğlu daha sonra üzerinde çalışma yaptığı 23 çocuğun kısa hikayelerini vermiş ve onların aile içinde ölüme karşı gösterdikleri ilk tepkileri belirlemeye çalışmıştır.
Üzerinde çalışma yapılan çocukların ortak yönü, psikiyatri kliniğine aile içinde ölüm olayından kısa bir süre sonra ve bu olayla ilgili tepkiler ve belirtiler dolayısıyla getirilmiş olmalarıdır. Bunlar daha önce ruhsal dengesizlik veya bozukluk dolayısıyla kliniğe getirilmeleri düşünülmemiş çocuklardır. Araştırmacı ölüm olayından kısa bir süre sonra incelediği bu çocukların öncelikle inkar kurgusu kullanarak hipomanik davranışlar geliştirdiklerini gözlemlemiştir. Ayrıca bu araştırmada elde edilen bulgular, çocukların yas tutma yeteneğinin zayıf olduğunu destekler mahiyettedir.
Ebiri (1971) tarafından uzmanlık tezi olarak yapılan “Kazan Sağlık Ocağı Bölgesi Halkının Sosyo-Kültürel Nitelikleri ve Ölüm Karşısındaki Tutumları” isimli çalışmada, araştırmaya katılan genç erkek deneklerin dışındaki poyülasyondan, din çağrışımı yapmayanlarda ölüm korkusunun ön plana çıktığı, genç erkek grubunda dinin önemini yitirdiği an, yaşama bağlılık ve gerçekçiliğin görüldüğü, kültür düzeyi düşük olanların büyük oranda ölüm karşısında dinden yardım bekledikleri ve ölüm korkusunun evrensel bir korku olduğu tespit edilmiştir.
Şentürk (1983) tarafından yayınlanan “Ölüm Gerçeği ve Allah inancı” isimli teorik makalede araştırmacı, ölümle ilgili olarak genelde ölümü kabul ve ondan kaçış tutumlarına değinmiş, ölüm gerçeğini kabul edemememin neden olduğu psikolojik kaçışlar üzerinde durarak, sâlim bir akıl ve sağlıklı dinsel inançları ölüm korkusunu dengede tutacak unsurlar olarak teklif etmiştir. Araştırmacıya göre insan, daha çok yalnız kaldığı ve yalnızlık duygusu hissettiği zaman ölüm fenomenini hatırlamakta ve onun bunalımlarına düşmekte, yine karamsar olduğu zamanlarda ölümle ilgili olarak tedirginlik hissetmektedir.
Makalesinde ölüm olayını daha ziyade İslamî perspektiften değerlendiren araştırmacı, Hz. Peygamberin oğlunun ölümü karşısındaki tutumuna da değinerek, mutasavvıfların ölümle ilgili tutumları üzerinde durmuştur. Ölüm karşısında hangi tutumun “normal” olarak değerlendirileceğini sorgulayan araştırmacı, insanın kendisini psikolojik olarak ölüm olayına hazırlaması ve ölüm sonrası için sağlıklı bir inanç sistemine göre hayatını düzenlemesi gerektiği sonucuna ulaşmıştır.
Akpınar (1988) tarafından yüksek lisans tezi olarak hazırlanan “Dokuz Yaş İlkokul Çocuklarında Ölüm Kavramının İncelenmesi” isimli araştırmada, genel olarak çocukluk psikolojisi ve ölüm kavramıyla ilgili özet bilgiler verildikten sonra, çocuklardaki ölüm kavramı, bu kavramla ilişkili olduğu düşünülen “geri düşülmezlik”, “fonksiyonsuzluk” ve “evrensellik” kavramlarıyla birlikte incelenmiştir.
Araştırmasının temel problemini, ele alınan yaş grubunda ölüm kavramının kazanılmasında sosyo-kültürel düzey ve cinsiyetin etkili olup olmadığını tespit etmek şeklinde belirleyen araştırmacı, araştırmasını üst sosyo-ekonomik düzeyden 44, orta sosyo-ekonomik düzeyden 43 ve alt sosyo-ekonomik düzeyden 26 (n=113) dokuz yaş çocuğu ile gerçekleştirmiştir. Araştırmada, çocuklara anne-babalarının sağ olup olmadıkları sorularak onların ölümle ilgili bir deneyime sahip olup olmadıkları tespit edilmeye çalışılmıştır. “Birisinin ölüp ölmediğini nasıl anlarsın?” sorusuyla geri dönüşülmezlik ve “sence ölmeyecek bir kişi var mı?” sorusuyla da ölümle ilgili evrensellik kavramlarının kazanılması tespit edilmeye çalışılmıştır.
Araştırmadan elde edilen sonuçlara göre; ölümle ilgili alt kavramların kazanılmasında cinsiyet faktörünün önemli bir etken olmadığı, ancak sosyo-ekonomik düzeyin bazı kavramların kazanılmasında etkili olabileceği tespit edilmiştir. Bu düzeyin en belirgin bir şekilde ölümle ilgili kavramlardan evrensellik kavramını etkilediği görülmüştür. Zira denekler, evrensellik kavramıyla ilgili olarak sosyo-ekonomik düzey açısından karşılaştırıldığında, üst ve orta sosyo-ekonomik düzey ilkokul çocuklarının başarı oranları arasında önemli bir fark bulunmazken, bu iki seviye alt sosyo-ekonomik düzeyde bulunan çocuklarla karşılaştırıldığında önemli farklar tespit edilmiştir.
Şenol (1989) tarafından “Ankara İlinde Kurumlarda Yaşayan Yaşlılarda Ölüme İlişkin Kaygı ve Korkular” isimli yüksek lisans çalışmasında ise kaygı ve korku kavramları üzerinde durularak yaşlılık dönemi özellikleri ve sorunlarıyla ilgili özet bilgi verildikten sonra, yaşlılarda ölüme ilişkin kaygı ve korkuları etkileyin faktörler üzerinde durulmuştur. Araştırma evrenini Seyranbağları huzurevinden 84 ve Keçiören Düşkünler evinden 36 olmak üzere toplam 120 (51 erkek, 69 kadın) denek olarak tespit eden araştırmacı; yaş, cinsiyet, öğrenim düzeyi, huzurevinde kalma süresi, ziyaretçi sıklığı, önemli bir sağlık sorununun olup olmaması, aylık ortalama gelir düzeyi gibi yaşlıların ölümle ilgili kaygı ve korkuları üzerinde etkili olabileceği düşünülen faktörlerle, Templer (1970) tarafından geliştirilen 15 maddelik “Ölüm Kaygısı Ölçeği”ni bilgi toplama aracı olarak kullanmıştır. Araştırmada elde edilen verilerden, araştırma kapsamına giren yaşlıların ölüme ilişkin kaygı ve korkularının orta düzeyde olduğu, ölümle ilgili kaygının yaş gruplarına göre farklılıklar gösterdiği görülmüştür.
Her iki kurumun birlikte değerlendirilmesi sonucunda ise 60-64 yaş grubunun en yüksek düzeyde ölüm kaygısı gösterdiği, 70 yaş ve yukarısının ise daha düşük bir ölüm kaygısına sahip oldukları tespit edilmiştir. Ayrıca kurumlarda yaşayan yaşlılardan kadınların erkeklerden daha fazla ölüm kaygısı hissettikleri, yaşlıların öğrenim düzeylerinin, arkadaş ve akrabaları tarafından kendilerine yapılan ziyaretlerin ölümle ilgili kaygı ve korkular üzerinde etkili olmadığı tespit edilirken, önemli bir sağlık sorunu olanların, böyle bir sorunu olmayanlardan daha fazla ölüm korkusu hissettikleri, aylık ortalama gelir düzeyinin de ölüme ilişkin kaygı ve korkuları etkileyen bir faktör olduğu belirlenmiştir. Araştırma sonunda kurumlarda çalışan personelin bu konuda eğitilmesinin gerektiğini vurgulayan Şenol, ayrıca ülkemizde konuyla ilgili çalışmaların azlığı ve kendisinin veri toplamak için kullandığı “Ölüm Kaygısı Ölçeği”nin ülkemizde ilk defa kullanıldığını ifade etmiştir.
Araştırmacı, sadece yaşlıların değil, genç ve yetişkinler üzerinde de böyle çalışmalar yapılmasının, gelişim dönemlerinin birbirleriyle kıyaslanması açısından faydalı olacağı ve ülkemizde bu alandaki boşluğun doldurulmasına önemli katkılar sağlayacağına da işaret etmiştir.
Ölümü psikolojik bir çalışma konusu olarak ele alan ve ülkemizde bu konuda ciddi araştırmalar yapanlardan birisi de Hayati Hökelekli’dir. Hökelekli (1991a) “Ölüm ve Ölüm Ötesi Psikolojisi” isimli makalesinde, ölümün insanlık tarihi boyunca hiçbir zaman basit bir mesele olarak görülmediğine değinerek, ölüme verilen mânalar üzerinde durmuş, ölümün anlamının kültürden kültüre ve devirden devire nisbî olarak değiştiğini, ölümün değişik şekillerden değerlendirilmesinde çeşitli faktörlerin etkili olduğunu vurgulamıştır.
Çağdaş batı insanının ölümle ilgili tutumlarına da değinen araştırmacı, hayat devrelerine göre ölümün anlamı üzerinde durmuş, bu bağlamda çocuk, genç ve yetişkinlerin ölüme bakışlarını incelemiştir. Daha sonra ölüm korkusu üzerinde duran Hökelekli, İbn Sina, C.G. Jung ve Fromm’un ölüm korkusunun kaynağı ve hafifletilme yolları konusundaki fikirlerine değinmiştir. Günümüzde ölümle ilgili olarak, “ölümü inkar etme”, “ölüme meydan okuma”, “ölümü isteme” ve onu “kabullenme” şeklinde dört temel tutumun geliştirildiği sonucuna ulaşan araştırmacı, son olarak ölümsüzlük konusunu inceleyerek, ölümsüzlüğün inanç ve düşünce seviyesinde farklı şekillerde dile getirildiğini belirterek, maddi, biyolojik, sosyal, ruhsal ve bireysel ölümsüzlükten bahsetmiştir.
Hökelekli, (1991b) “Ölümle İlgili Tutumlar ve Dinî Davranış” isimli makalesinde daha çok batı dünyasında yapılan ve ölüm ile dinî inanç arasında bir ilişki olup olmadığını tespit etmeye çalışan araştırmaların sonuçlarını gözden geçirmiş ve değerlendirmiştir. Bu bağlamda ölüm fenomenini dinin kaynağı olarak gören Freud, Morin ve Bergson’un görüşlerini değerlendiren araştırmacı, onlara göre ölümün uyandırdığı korku ve gerginliği aşmak için yürütülen her fikir ve başvurulan her hareketin dinî olarak nitelendirilmeleri gerektiğine işaret etmiştir. Daha sonra ölüm ile din arasındaki ilişki ve ölümsüzlük arzusu ve ölüm ötesene inanç üzerinde batı dünyasında yapılan bir kısım tecrübî araştırmayı değerlendiren araştırmacı, ölümden hissedilen korku ve kaygının, dinî bir inanç ya da ahiret inancı doğuracak tabiatta olmadığı sonucuna varmıştır.
Hökelekli, ayrıca dinin, yapı ve muhteva bakımından psikolojiden bağımsız ve onu aşan bir tabiata sahip olduğunu, ahiret inancı ile ölüm korkusu arasında bir ilişki müşahade edilse bile, bu ilişkinin öncekinin sonrakini doğuracağı anlamına gelmeyeceğini belirtmiştir. Dinî inanç ve değerlerin bazı psikolojik etki ve fonksiyonlara sahip olmasının son derece tabiî, ancak bu sebeple dinî kendi psikololjik fonksiyonlarına indirgemenin yanlış olduğu, ölümden hissedilen korkunun azalması ya da çoğalmasında dinin yanında kişilik özellikleri, savunma mekanizmalarının işleyişi vb gibi faktörlerin de son derece etkili olduğu, araştırmacının ulaştığı sonuçlardan bazılarıdır.
Hökelekli (1992) tecrübî tarzda gerçekleştirdiği “Ölümle İlgili Tutumların Dinî Davranışla İlişkisi Üzerine Bir Araştırma” isimli çalışmasında, ölümle ilgili tutumların dinî davranışla olan ilişkisini konu edinmiştir. Araştırma 24-60+ yaşları arasında hepsi yüksek öğrenim görmüş yedi değişik meslek grubundan 378 kişinin, araştırmacının hazırlamış olduğu anket sorularına verdikleri cevaplar üzerine temellendirilmiştir. Orta dereceli okul öğretmenleri, hukukçular, iktisatçılar, sağlık personeli (doktor, veteriner, eczacı), teknik elemanlar (her türlü mühendislik), subaylar ve ilahiyatçılardan oluşan yedi değişik meslek grubundan tesadüfi örneklem yoluyla seçilen popülasyonun dindarlık düzeyleri kendi değerlendirmelerine bırakılmıştır. Araştırmacı elde ettiği verilerin istatistiksel analizi sonucunda, araştırmaya katılan deneklerin gelişim dönemi özelliklerine uygun bir şekilde, ölüm fenomeniyle önemli ölçüde meşgul olduklarını, bu konuda yaş farklılıklarının belirleyici bir rolü bulunmadığını ve ölüm ötesiyle ilgili ciddi inanç problemlerinin bulunduğunu tespit edilmiştir.
Bu bulgular, araştırmacı tarafından batı dünyasında da benzeri örneklerinin görüldüğü şekilde, çağdaş kültürün ölüm ötesiyle ilgili geleneksel dinî inançların haber verdiği bilgilere karşı büyük bir güvensizlik geliştirdiği şeklinde yorumlanmıştır. Ayrıca ölümle ilgili olarak geliştirilen duygu, düşünce ve tutumlar ile dinî inanç ve uygulamalar arasında sıkı ilişkilerin bulunduğu, dindar kişilerin genel olarak ölümle daha fazla meşgul oldukları ve buna karşılık ölüm karşısında daha olumlu tutumlar geliştirdikleri, cinsiyet farklarının bu konuda fazla önemli olmadığı araştırma bulgularıyla ortaya konmuştur.
heart of darkness- Moderator
- Klanı : Toreador
Mesaj Sayısı : 111
Kayıt tarihi : 14/08/09
Vampirist Forum :: Felsefe :: Psikoloji
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Çarş. Nis. 08, 2020 10:52 pm tarafından heart of darkness
» wampir mi dediniz ??? ben biliyorum !!!
Salı Eyl. 19, 2017 4:26 pm tarafından Karga
» YOKLAMA
Salı Eyl. 19, 2017 4:19 pm tarafından Karga
» Vampir Hastalığı(Porfiria)
Paz Mayıs 19, 2013 8:08 pm tarafından mannak_
» Sohbet bölümü
Paz Mayıs 19, 2013 2:58 pm tarafından mannak_